9 Kasım 2014 Pazar

ÜLKÜCÜLER FİLMİ ÜZERİNE

     Alış veriş merkezlerinin yanı başına yapılmasalar şu sinema salonlarının hali nic’olur diye düşünmeden edememiştim. Hazır yemek (fast food) ile kolesterolümü birazcık azdırdıktan sonra içinde birkaç defa kaybolayazdığım “AVM”den ayrılıp yönetmenliğini Bilal Kalyoncu ve Halil Sarı’nın yaptığı Ülkücüler belgesel filmine girdim.


     Filmi izleyen dört kadın beş erkektik. Bir ara, birbirini tanımayanlardan bazıları tanıştı.

     Yüzler hemen hemen herkesçe kabul edilebilir ve dinlenebilir yüzler. Zaten bu büyük çileyi çekenler dinlememek mümkün değil. Bu insanlar içlerini dökerken sanki hiç kimseye açmamaya yemin ettikleri 32 yıllık sırları aşikâr ediyorlar. 

     Tekniğin zayıf olduğunu söyleyemem. Filmde tekrar tekrar iç içe geçen bir kurgu hâkim. Bir “kaybolan devlet otoritesini tesis etmek üçün…” diğer yandan “yahu bütün dünyada darbeler düzeni yıkmak için yapılırken bizdeki darbeler düzeni yerine oturtmak için yapılıyor” sözleri birbirinin üzerine bindiriliyor.

     Atilla Dorsay değilim ama kanaatimce seyirciyi bir şekilde etkileyen bir film yeterince iyidir.

     ***

     Zaman zaman trajikomik gülümsetmeler de var…

     İnanması garip de olsa ülkücüler işkenceleri o acı gülümsemeler ile yendiler.

     Finale yerleştirilen Ozan Arif parçası da oldukça manidar.



     Ülkücüler’i izlerken ben çok değerli bilgiler edindim. 18 yıl sonra bu konu tarih biliminin konusu olacak.

     Sanıyorum artık ülkücüler hakkında daha fazla film çekilecek. Canlandırma bölümleri daha uzun tutulacak. Daha çok salonda, daha çok seyirciye ulaşılacak, hatta filmler Türk-İslam âlemine ihraç edilecek.

     Teknik ilerleyecek, gişe yükselecek. Yükselmese de Citizen Kane (Yurttaş Kane)’i çeken şirketin iflas ettiğini unutmamalı.

     Bütün bunlar tahmin edilenden daha kısa içinde gerçekleşecek.

     Yeter ki yabacı sinema hayranlığından ve aşağılık kompleksimizin nedeni olan sosyal anksiyetemizden kurtulalım.

     Eskilerin sözüyle “inansanız iyi olur”.

     Çünkü bana da çok şey söylemişlerdi –belki söyleyenler bile inanmıyorlardı–, çoğu söylenenden önce gerçekleşti.

     Büyük Önder Atatürk’ün dediği gibi asla şüphemiz yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafıyla atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni güneş gibi doğacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder